40,2601$% 0.13
46,7458€% 0.13
53,9601£% 0.23
4.316,24%0,46
3.337,10%0,40
10.198,76%-0,26
40,2601$% 0.13
46,7458€% 0.13
53,9601£% 0.23
4.316,24%0,46
3.337,10%0,40
10.198,76%-0,26
Kanada Başbakanı Mark Carney, ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci dönemiyle birlikte yükselen baskılara karşı Kanada’nın özgürlük, çevre ve insan haklarını koruyacağını vadetmişti. Ancak, vaat edilen direnişin yerini hızla bir tür politik uyum aldı. Üstelik bu uyum Trump’ın en sert ve en tartışmalı yöntemlerinden ilham alıyor: hızlı ve şeffaflıktan uzak bir yasa ve düzenleme akını — Trump’ın meşhur “flooding the zone” stratejisi.
Carney, geçmişte İngiltere ve Kanada merkez bankalarının başkanı olarak küresel finans dünyasında saygın bir isimdi. Ancak başbakanlık koltuğuna oturduğundan bu yana sergilediği pragmatik duruş, Kanada’yı Trump sonrası ABD’ye göre hizalamayı amaçlıyor gibi görünüyor.
ABD’den gelen yeni tarifeler ve sınır güvenliği tehditleri karşısında Carney hükümeti, “Building Canada Act” ve “Safe Borders Act” gibi kritik yasa tasarılarını hızla meclise sundu. Bu yasalar, federal kabineye normal denetim süreçlerinin dışında geniş yetkiler tanıyor. Kritik altyapı projeleri çevresel ve toplumsal etki analizleri yapılmadan başlatılabilecek; mülteci ve göçmen başvuruları ise daha sıkı ve hızlandırılmış biçimde reddedilebilecek.
Bu süreçte, “güvenlik” bahanesiyle federal polis ve sınır güvenliği için devasa bütçeler hazırlanıyor. Ancak bu harcamalar halkın yaşam koşullarını iyileştirmekten çok askeri ve sınır altyapısına aktarılıyor.
British Columbia’da Prince Rupert Gas Transmission ve Ksi Lisims LNG gibi dev enerji projeleri için eyalet yönetimi özel yasalar çıkardı. Bu yasalar, çevre değerlendirmelerini devre dışı bırakıyor ve projelere hızla başlama imkanı tanıyor.
Ontario’da ise “Ring of Fire” adı verilen dev mineral sahaları için benzer bir yol izleniyor. Wyloo gibi büyük madencilik şirketleri için çevresel ve toplumsal değerlendirme süreçleri büyük ölçüde kaldırıldı. Ayrıca, bu projelere ulaşım sağlamak için inşa edilecek yollar hükümet bütçesinden karşılanacak.
Bu yeni dönemde kazananlar net: enerji ve maden devleri, büyük yatırım fonları ve uluslararası şirketler. Kaybedenler ise çevre savunucuları, yerli halklar ve Kanada’nın bağımsız politika geliştirme kapasitesi.
British Columbia, federal ve eyalet düzeyinde Prince Rupert ve LNG projelerine büyük kamu kaynakları aktarıyor. Ontario’da ise Avustralyalı milyarderlerin sahip olduğu Wyloo’ya özel avantajlar sağlanıyor. New Brunswick’te Todd Corporation’ın Sisson madeni için 30 milyon dolarlık doğrudan destek sağlandı.
Kanada’nın birçok yerli topluluğu, bu “zorla dayatılan” projelere karşı eylem hazırlığında. Blokadalar ve doğrudan eylemler gündemde. Buna karşılık Ontario hükümeti, Yerli Katılım Fonu’na 70 milyon dolarlık kaynak sağladı ve federal düzeyde kredi garantileri 10 milyar dolara çıkarıldı. Ancak, bu mali teşviklerin, yerli halkların karar süreçlerine gerçek anlamda katılımını sağlamadığı açık.
Yasal düzenlemeler öyle tasarlanıyor ki, federal ve eyalet hükümetleri çevreyi, yerli haklarını ve sivil toplumu by-pass edebilecek “kara delikler” oluşturuyor. Karar yetkileri bakanlıkların elinde toplanırken, bu yeni yapı Trump’ın ABD’deki tarzını anımsatıyor: güçlü yürütme, zayıflatılmış kamu denetimi.
Kanada’nın yeni siyasi rotası Trump’ın kaba kuvvetine daha ince ama aynı derecede etkili bir versiyonunu uyguluyor. “Trump’ın 51. eyaleti olmayacağız” söylemi kulağa hoş gelse de, uygulamada Trump’a siyasi zemin kazandıran yöntemler Kanada siyasetinde de kök salıyor.
Bu yeni yaklaşım, kısa vadede bazı sektörleri canlandırabilir. Ancak uzun vadede Kanada’nın demokratik değerleri, çevresel koruma rejimi ve yerli haklarına büyük zarar verebilir. Carney hükümetinin, kendi seçmenine söz verdiği “direniş”in yerini bu hızlı ve tepkisel uyumun almış olması, Kanada’nın geleceği için düşündürücü.