40,0142$% 0.07
47,0640€% 0.38
54,6526£% 0.31
4.288,08%-0,02
3.334,21%-0,07
10.107,68%-1,64
40,0142$% 0.07
47,0640€% 0.38
54,6526£% 0.31
4.288,08%-0,02
3.334,21%-0,07
10.107,68%-1,64
23 Nisan 2025’te Londra’da düzenlenen Ukrayna-Rusya barış görüşmeleri, savaşın başlamasından bu yana yapılan diplomatik girişimlerin belki de en dikkat çekicilerinden biri oldu. Zirveye ev sahipliği yapan İngiltere, Avrupa ve ABD’nin temsilcilerini bir araya getirmeye çalıştı; fakat bu çabanın gölgesinde kalanlar da az değildi. Görüşmeler, kağıt üstünde umut verici olsa da perde arkasında derin çatlaklar ve belirsizliklerle dolu bir diplomatik satranç tahtasını gözler önüne serdi.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, zirve öncesi yaptığı açıklamada barışa açık bir kapı bıraktı. “Eğer karada, havada ve denizde tam bir sessizlik sağlanacaksa, Ukrayna barış için gereken adımları atmaya hazırdır,” diyen Zelenskiy, diplomatik dilin ötesine geçen, oldukça net bir mesaj verdi. Bu açıklama, Ukrayna’nın savaşın sona ermesi için hala umut taşıdığını ve çözüm odaklı yaklaşımını koruduğunu gösteriyor.
Ancak Zelenskiy’in bu açıklamasına rağmen, sahada yaşananlar umutları gölgeledi. Görüşmelerin devam ettiği günlerde Rusya’nın düzenlediği insansız hava aracı saldırısında en az dokuz sivilin hayatını kaybettiği bildirildi. Ayrıca, kısa süreliğine ilan edilen Paskalya ateşkesi sırasında 2.000’den fazla ihlal kaydedildi. Bu gelişmeler, barış masasında konuşulanların gerçeklikten ne kadar uzak olduğunu da açıkça ortaya koyuyor.
Londra’daki zirveye dair en çarpıcı gelişmelerden biri de ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun toplantıya son anda katılmaktan vazgeçmesiydi. Bu durum yalnızca protokol açısından değil, görüşmenin niteliği bakımından da önemliydi. Zira Washington’ın üst düzey temsilcisiz bir şekilde sürece dahil olması, barış müzakerelerinin ne kadar ciddiye alındığı konusunda soru işaretleri doğurdu.
ABD’nin bu tutumu, bir yandan Ukrayna’yı yalnız bırakmakla suçlanırken diğer yandan “arka planda daha büyük hesaplar mı var?” sorusunu gündeme getirdi. Özellikle Ukrayna’nın NATO üyeliğine dair ABD’nin net bir duruş sergilememesi, Kiev yönetiminin güvenlik garantilerine duyduğu ihtiyacı daha da artırdı.
Görüşmelerin en dikkat çeken noktalarından biri de Rusya’dan gelen iddia niteliğindeki teklifti. Kremlin’in, Ukrayna’da işgal etmediği topraklar üzerindeki iddialarından vazgeçebileceği ancak karşılığında Kırım’ın Rusya toprağı olarak tanınmasını talep ettiği öne sürüldü. Ukrayna bu teklifi kesin bir dille reddetti. Kiev yönetimi, böyle bir önerinin masaya resmen sunulmadığını da vurguladı.
Bu gelişme, Rusya’nın “kontrollü taviz” politikasıyla uluslararası arenada meşruiyet arayışı içinde olabileceğini gösteriyor. Kırım’ın statüsü konusunda Ukrayna’nın geri adım atması beklenmese de, Moskova bu tarz hamlelerle hem kendi iç kamuoyuna hem de dünya kamuoyuna “barış isteyen taraf biziz” mesajı vermeye çalışıyor olabilir.
Ukrayna tarafından yapılan bir başka açıklama da uluslararası dengeleri etkileyebilecek nitelikteydi. Ukrayna, Çin vatandaşlarının Rusya’da insansız hava aracı üretiminde görev aldığını ve bu yolla savaşın dolaylı desteklendiğini iddia etti. Çin teknolojisinin savaşta kullanıldığına dair kanıtların bulunduğu belirtilirken, Kiev yönetimi Çin’in tarafsızlığına dair ciddi şüpheler duyduğunu ifade etti.
Ukrayna Dışişleri Bakanlığı, bu gelişmelerin ardından Pekin Büyükelçisi Ma Shengkun’u çağırarak açıklama talep etti. Çin’in sessizliği ise uluslararası kamuoyunda daha fazla soru işareti doğurdu. Çin’in Ukrayna savaşındaki rolü, ilerleyen günlerde daha büyük krizlere yol açabilecek potansiyele sahip.
İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy, görüşmelerin yapıcı geçtiğini ve sürecin devam edeceğini belirtse de, somut bir ilerlemenin sağlanamadığı açık. Ukrayna’nın güvenlik garantileri konusunda netlik beklemesi, ABD’nin politik duraksamaları ve Rusya’nın taktiksel önerileri arasında sıkışan barış süreci, hâlâ kırılgan bir zeminde ilerliyor.
Avrupa ülkeleri, bu süreçte arabuluculuk rolünü daha da güçlendirmeye çalışıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un görüşmelerde aktif rol alması, Avrupa’nın kendi güvenliğini doğrudan ilgilendiren bu kriz karşısında daha bağımsız bir politika izlemeye başladığının işareti.
Londra’daki barış zirvesi, barış için umutları yeşertmek yerine gerçekçi bir fotoğraf sundu: Henüz çözüm çok uzakta. Savaş, yalnızca cephelerde değil, diplomasi masalarında da sürüyor. Masada konuşulanlar ile sahada yaşananlar arasındaki uçurum kapatılmadan kalıcı barış mümkün görünmüyor.
Taraflar, birbirine güvenmiyor. Üçüncü taraflar ise ya mesafeli duruyor ya da kendi çıkarları doğrultusunda süreci yönlendirmeye çalışıyor. Bu tabloda gerçek barış, ancak samimi ve adil bir iradeyle mümkün olabilir. Aksi takdirde, Londra’daki görüşmeler gibi birçok diplomatik buluşma, tarihe “kaçırılmış fırsatlar” olarak geçmeye mahkûm.